FERDİ GÜNGÖR


Seçimi kaybeden BİZ´iz...

Bu muhalefet başarısızlığını kabul etmedikçe...


 Bu muhalefet başarısızlığını kabul etmedikçe; Bizim Kader Gür´ün deyişiyle AK Parti´nin içindeki AKP´liler de ´kontrolsüz güç sahibi olmanın sarhoşluğunu´ topluma olumsuz bir şekilde yansıttıkça; üzülen üzülmeyi ve sevinen de sevinmeyi bilmedikçe, TÜRKİYE kazanmamış demektir. O zaman AK Parti kazanmıştır bu seçimi... Yok, eğer muhalefet gereken (ve de geciken) dersleri çıkartıp da ´köstek´ değil ´destek´ olacaksa; AK Parti de kendi içindeki AKP´lileri kapının önüne koyup, ülkenin tamamını kucakladıkça, bu seçimin galibi de kazananı da Türkiye olacaktır.

    Cem Yılmaz, ilk kez ekranda göründüğü yıllar 1990´ın son nefesini verdiği yıllardı.´Milenyuma´ hazırlanıyorduk o yıllarda... "2000´li yıllara" kucak açmıştık. Çok ama çok başarılı bir sahne hâkimiyetiyle Cem Yılmaz, bu işleri yapmaya aday olan kimilerine şöyle sesleniyordu:

"Beni birilerine benzetenler oluyor... İzledikten sonra ´Aynı bizim Faruk´ diyenler oluyor. Kim bu Faruk? Buraya, sahneye çıkarsak, adını bile söyleyemez..."

Şimdi bir işin ´hayalini´ kuran ile o işi artık ´mecburen´ yapmaya devam eden arasında bir fark vardır. Cem Yılmaz, bu sahne işlerine çok küçük yaşlarda başlamış. Hem sürekli ve kesintisiz bu işi yapmış, hem de ilerisine yönelik hayaller kurmuş. Zor dönemlerde sıkılmamış, yılmamış. Bir şekilde ünlüler kervanına katılmış ama bir işi daha başarmış: Sürekli orada kalmış... Hiç inmemiş aşağıya... Bir inip-bir çıkmamış... Hep o noktada kalmış... Çünkü belli ki, bu çıktığı noktanın da hayalini kurmuş; bu noktada ´tutunmanın´ da...

Teknik bir terimdir ´tutundurma´ işi... Halkla İlişkiler konusunda akademik bilgisi olanlar bileceklerdir: Marka olan ürünlerin piyasada ´tutunması´ için bir dizi işlemler yapılır. Kampanyalar düzenlenir, araştırma-geliştirme çalışmaları yapılır. Halkla ilişkiler gibi güçlü bir kavram bile işte bu ´tutundurma karması´ içinde yer alır. Tüm düzenek ´tutundurma´ üzerine kurulmuştur. Bir anlamda bu ´altyapı´ çalışmasıdır da aynı zamanda... Marka için sağlam bir zemin oluşturmak ve bunun üzerine inşa edilecek tüm katları da yıkılmaması için korumak amacını taşır. AK Parti, başlı başına ´parti´ olarak belli ki bu ´tutundurma´ işlerinin üstesinden çok ama çok iyi gelmiş. Beklenenin aksine hiç de sonu ANAP gibi olmadı... 13 yıllık iktidarını 4 yıl daha uzattı. Belki farkında değilsiniz ama 2019 yılına kadar ne yerel ne de genelde bir seçim olmayacak! AK Parti ise 2019´daki yerel ve genel seçimlere şu özgeçmiş ile girmiş olacak: "Biz 17 yıldır Türkiye Cumhuriyeti´ni tek başımıza yönetiyoruz!"

Cem Yılmaz örneğini Recep Tayyip Erdoğan´ı anlatmak için verdim... Recep Tayyip Erdoğan, belli ki, bugünlerin hayalini çok önceden kurmuş. Yani ta Beyoğlu Belediye Başkanlığı Adaylığı sırasında... "Bir gün Başbakan olursam, şöyle yapacağım... Cumhurbaşkanı olursam, böyle yapacağım... Kriz anlarını ise şu şekilde değerlendireceğim" demiş. Tüm hayallerini de gerçekleştirmiş. Dedim ya: Bir işi hayal kurarak yapan ile mecburiyetten yapan arasında fark var.

Peki, sürekli ´büyük´ düşünen ve tek başına iktidarı hedefleyen AK Parti´nin karşısında kim vardı? "Biz çok iyi muhalefet yapacağız ve bir koalisyon olasılığında diğer partilerle uyumlu uyumlu çalışacağız" diyen bir muhalefet: CHP... Başka? "Çözüm sürecini sona erdireceğiz" diyen bir muhalefet: MHP... Başka? PKK´nın yaptığı eylemlere "Bu bir terör eylemidir!" diyemeyen ve üstelik dünyanın hiçbir yerinde görülmeyen bir çıkışla, Devlet´isilah bırakmaya (!) davet eden bir muhalefet: HDP...

Hiçbir şey söylemeye gerek yok: Bir yerlerden, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ileHDP Eşbaşkanı Figen Yüksekdağ´ın konuşmalarını ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli´nin yazılı açıklamalarını edinin; KENDİ´niz değerlendirin... Sonra bir de AK Parti Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu´nun seçim sonrası ilk açıklamalarını dinleyin; diğerleriyle bir karşılaştırın... Yahu ben AK Parti dışındaki bir partinin tek başına iktidar olduğunda, liderlerinin neler söyleyeceğini çok merak ediyorum... Yani CHPHDP ya da MHPTürkiye´de tek başına iktidar olsa, acaba bunu nasıl kutlarlar ve ekranlarda neler söylerlerdi? Dürüstçe söyleyeyim mi: Düşünmek bile istemiyorum? Muhalefeti böyleyse, iktidarı kim bilir nasıl olurdu?

Ne zaman ?BİZ´ dediğimiz zaman gerçekten de BİZ (Türkiye´nin tamamında yaşayan insanlar) olacak; o zaman BİZ kaybetmeyeceğiz... AK Parti iktidarda olsa da kaybetmeyeceğiz; MHP iktidar olsa da? CHP iktidar olsa da? HDP iktidar olsa daKAYBETMEYECEĞİZ! Yeter ki, "BİZ" diye bir şey olsun... Peki, nedir o biz?

Bakınız, İngiltere´de Fransa´da ya da Almanya´da böyle bir durum olsa da yüzde 50 ile bir parti iktidara gelse, hiçbir zaman bizdeki kadar ´olay´ olmaz... Neden? Çünkü iktidara gelenin bu kadar ´yüksek´ bir gücü yoktur! İktidarın yaptığı yanlışları denetleyen çok sayıda kurum vardır: Sivil Toplum Kuruluşları vardır mesela... Ama bizdeki gibi başını siyasi partililerin çektiği ya da başına gelenin bir siyasi partiye kapağı attığı sivil toplum kuruluşları gibi değil... Öyle ofislerinde kumar oynatan dernekler gibi değil... Doğru-düzgün sivil toplum kuruluşları... İşi hakkıyla yapan ve içeride çalışan insanların da bir menfaat gözetmediği... Tek mutluluğu yalnızca o topluluğun içinde bulunmak olan insanların bir araya geldiği kuruluşlar... Bunlar bir denetim kurumudur... Hukuk, bir denetim kurumudur... Ancak bazen bizde kendisini ´guguk´ olarak gösterdiği gibi bir hukuk değil; adamakıllı bir hukuk... Yasadışı olan durumlara anında müdahale eden bir hukuk...

Halk vardır Avrupa´da halk... Sivil halk... Bizdeki gibi ´Ya öylesin, ya böyle´ diye dayatan gibi değil; özgür düşünceli, diğerini içine sindirmiş bir halk... Siyaseti yalnızca sandıktan sandığa önemseyen insanlar... Bunun dışındaki yaşamlarında spor yapan, gezeneğlenenokuyan,araştıran; kısacası yaşayan insanlar... Hayatın içinde bir duruşu olan ancak siyasetle de arasında mesafe kuran insanlar... Esnafişçiüst düzey yönetici ve hatta devlet memuruolabilen bu insanlar, sivil hayatın içerisinde ama siyasi partileri ve iktidarları da sürekli denetimi altında tutan insanlardır Avrupa´da... İş, bir sokağa çıkmaya bakar? Ancak şu da var: Avrupa´da bir siyasi parti yüzde 50 ile iktidara gelse, sokaklarda silahlar patlamaz!Zaten oradaki güvenliği de ´beldeki silah´ sağlamaz...

Hep söylüyorum: Avrupa´da siyaset içinde yer almak bir ´külfet´ ama bizim ülkemizde olduğu gibi Ortadoğu ülkelerinde siyasetle uğraşmak bir ´nimet´tir. Bulunmaz nimet...

İşte bizim de Avrupa gibi olmamız için öncelikle altyapıya bir yatırım yapmamız gerekiyor. Başa geçecek kişilerin ´kim´ olduğunun çok da önemli olmayacağı günlere de böylelikle artık kavuşmamız gerekiyor. Hepimizin işine-gücüne bakması gerekiyor. Siyaseti sandıktan sandığa hatırlamamız gerekiyor. Bunun dışında hayatı yaşamamız ama kaliteli bir şekilde yaşamamız gerekiyor. Daha çok kırmızı ışıkta durmamız gerekiyor... "Lan, geçsem n´olacak... Kaç paraysa veririz!" demememiz gerekiyor...

BİZ bu seçimde kaybettik kardeşim! Çünkü BİZ diye bir şey olamadı bir türlü... BİZdediğimizde, bu sınırlar içerisindeki herkesin içine girebilmesi gerekiyor. ONLAR dediğimiz kişilerin ise bu sınırların dışında yaşaması gerekiyor. Biz ise ´onlar´ derken, yine kendi içimizdeki bir topluluğu işaret ediyoruz? Bu şekilde ayrışmaya ise sandıklar kapandıktan sonra bile nihayet vermeye yanaşmıyoruz! Sandıklar kapanıyor, oylar sayılıyor; hâlâ biz ve onlar diye bakmaya devam ediyoruz. ?Farklılıklarımız zenginliğimiz değil, zengin olma nedenimiz´ haline gelmeye başlıyor o zaman da... BİZ dediğimiz insanları zengin ediyor ve diğerlerinin canını çıkarmaya devam ediyoruz. Bundan da zevk alıyoruz... Sadistçe bir zevk...

Geçen seçimlerde elimize 50 tane pusula, 100 tane bağımsız aday kâğıdı tutuşturduklarından ve bu seçimde ise ilk kez bu kadar basitçe hazırlanmış bir oy pusulasıyla sandığa gittiğimizden dolayı hızlı sonuç aldık. Ancak sonuçların hızlı bir şekilde ortaya çıkmasına bakmadan; inadına altında bir şeyler aramaya ve ısrarla devam ediyoruz: "Bu kadar hızlı sayıldıysa, kesin bir şey var" diye kuşkulanıyoruz. Yahu insan KENDİ´nden yola çıkar... Farkında değil misiniz hâlâ: Biz KENDİ KENDİ´mizden utanıyor, KENDİ KENDİ´mizden korkuyoruz! Aslında günlük yaşamda yaptığımız yorumlarla ve konuştuğumuz konularla KENDİ KENDİ´mizi ele veriyoruz; kişiliğimizi ifşa ediyoruz?

AK Parti´nin tek başına iktidarı ´yeni´ değil... Recep Tayyip Erdoğan Başbakan olduğunda da "Eyvah" dediklerimiz gerçekleşmedi; Abdullah Gül Cumhurbaşkanı olduğunda da... Bu saatten sonra da "eyvah" denilebilecek hiçbir şey olmayacaktır. Ancak toplumun´tabanının´ kendisini dönüştürmesi, dürüst bir yapıya bürünmesi şarttır! BİZ dediğimiz hemen her şeyi sorgulamadıkça... Kapımızın önünü süpürmedikçe... Elimizi taşın altına koymadıkça... Her şeye bahane uydurdukça... Her an intihara meyilli bir psikolojinin eşiğinde yaşadıkça...BİZ diye bir şeyi asla oluşturamayacağız! BİZ olmayacak... İktidarıyla, muhalefetiyle el ele vererek, bu ülkede yaşayanların rahatını tesis edemeyeceğiz!

Bu şımarıklığı toplum olarak artık bir kenara bırakmalıyız. Futbol takımı tutar gibi takım tutulmaz! Fanatiklikle övünülmez! Kazananın HEPİMİZ olması için bizim, siyaset dışındaki en az 500 kalem sorunu bir deşifre etmemiz gerekiyor... Şu ´şiddeti´ bir sonlandırmamız gerekiyor. Karnımızdan konuşmayı bırakmamız gerekiyor. İyiye "iyi" ve kötüye de "kötü" dememiz gerekiyor. Birbirimizi kayırmamamız gerekiyor... Doğan çocuklarımıza siyasetten önce İNSAN olmayı öğretmemiz gerekiyor... Birbirimizi içimize sindirmemiz gerekiyor...

Bizim hastalıklarımızdan kurtulmamız gerekiyor... Aşırılıklarımızdan arınmamız gerekiyor... Birbirimizi kucaklamamız gerekiyor... Daha dikkatli ve çok fazla özverili davranmamız, yaşamamız gerekiyor. ´Yıkıcı´ değil, ´yapıcı´ olmamız gerekiyor...

BİZİM seçimlerden çok daha büyük sorunlarımızın olduğunu artık GÖRMEMİZ gerekiyor...

Ferdi Güngör / Dostbeykoz / İstanbul